Suveyda Hikâye

Öykümüz, 1930 yılları ve sonrası, sosyal ve siyasi olayların baskısı altında bunalan ve yeni kültürle eski kültür arasında sıkışıp kalmış olan yoksul Anadolu köylerinde geçiyor. Getirilen yasaklar karşısında gizlice hâfiz olmak isteyen 11 yaşlarındaki Hadim’in, savrulmalarını, ötelere uzanan azmini, umudunu, hayallerini ve Kur’an’da kıssası anlatılan Süleyman Peygamber gibi kuşdili öğrenmek çabalarını anlatıyor.

Hadim’in dedesi Mecid Efendi Ereğiz köyünün imamıdır. Arapça ezanı okuduğu için jandarmalar tarafından yaka paça götürülür ve ardından cenazesi gelir. Bu Hadim’i derinden etkiler. Dedesi hafız olmasını istemiştir hep. O da hafız olmaya azmeder. Babası Nuri Çavuş da onun arkasındadır. Ne var ki, bu o kolay değildir. Zira Harf Devrimi’yle ülkede eski yazı ile öğrenim yasaklanmıştır ve yeni açılmış olan köy mektebinde Kur’an dersi diye bir uygulama yoktur. Oysa bu yaşlarda hafız olamazsa ileride bu çok zor olacaktır.

Nuri Çavuş, jandarmayla karşı karşıya gelmemek için Hâdim’i sabahın alacakaranlığ” mda kaçırıp, uzaktaki bir dağ köyüne götürür ve orada hıfzını yapması için, namını çok duyduğu müderrislikten bozma Tığlı Hoca’ya teslim eder. Yeni yerinde sorumlulukları ağır, çilelerle dolu yeni bir hayata adım atan Hâdim, bir yandan iyi bir hafız olmaya çalışır; bir yandan da Kur’an’da kıssası geçen Süleyman Peygamber gibi kuşdilini öğrenme tutkusuna kapılır. Öykünün başından beri beyaz bir güvercinle kurduğu muhabbet onu metafizik bir dokunuşa götürecektir.

Sosyal ve siyasal bir kargaşa atmosferinde hayatını Kuran’la örmeye çalışan ergen bir çocuğun öyküsüdür Hâdim’in öyküsü. Sonu, sürpriz bir finalle bitecektir.

Yaşanmış öykülerden hareketle hazırlanmıştır.